Hikaye Öykü Masal Arşivi

 

Hikayelerin Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı

23 Nisan 2024

Sık Kullanılanlara Ekle  Anasayfan 
              Yap Ziyaretçi Defteri

  Şairin Kaybedişi (Hüzün Zamanı Hikayeleri) :. Hikaye Öykü Masal Arşivi .:

MENÜLER
Ana Sayfa
Arşiv
Sitenize Ekleyin
Hikaye Ekleyin
Editörlere Mesaj Gönder
Editörlük Başvurusu
Yardım / İletişim
Reklam
Basında HikayeArsivi
Künye
Ziyaretçi Defteri
Tavsiye Siteler
HİKAYE KATEGORİLERİ
İbretli Hikayeler
Dini Hikayeler
Yaşanmış Hikayeler
Duygusal Hikayeler
Sevgi Hikayeleri
Aşk Hikayeleri
Din Büyüklerinden Hikayeler
En Güzel Dini Hikayeler
Masal Demeti
Hayatın İçinden Hikayeler
İran Hikayeleri
Dostluk Hikayeleri
Mevlanadan Hikayeler
Kıssadan Hisseler
Çocuklar İçin Hikayeler
Doğruların Öyküsü
Komik Hikayeler
Nasreddin Hocadan Hikayeler
Sahabeden ve Evliyaullahtan Hikayeler
Kurandan Hikayeler
Resulullahtan Hikayeler
Kelile ve Dimne
Tarihi Gerçekler
Gerçek Hayattan Hikayeler
Türk Tarihinden Damlalar
Bediüzzamanla Yaşayan Öyküler
Diyanetten Hikayeler
Renkli Hikayeler
Sesli Hikayeler-Masallar
Resimli Hikayeler
Sizden Gelen Hikayeler
İngilizce Hikayeler
Padişahlardan Hikayeler-Öyküler
Türkü Hikayeleri
Tarihi Hikayeler-Öyküler
Siyasi Hikayeler-Hatıralar
Öğretici Hikayeler
Hüzün Zamanı Hikayeleri
Hazır Cevaplar Espriler
Dede Korkut Hikayeleri-Destanlar
Keloğlan Masalları (Görüntülü)
La Fontaine Masalları
Atatürk Hikayeler - Hatıralar
Tanıdığım Ünsüzler
Gazali İHYAdan Hikayeler
Ramazan-Oruç Hikayeleri

Hikaye-Öykü Ara



[Detaylı Arama]


Yeni Eklenen 15 Hikaye
Radar Var
Yok Oluşun Filizlenmesi
Yanılgının Gözyaşları Ve Benlik Kavgası
Ayşecik ve Yasemin Sultan
Şöhretin Bedeli
Bücür Zürafa
Deve Kervanı
Nerede Görüşelim
Rafadan Yumurta
Sabrın Zirvesi
Recep Ayında Oruç
Oruçlu Musunuz, Değil Misiniz?
Oruç İman Ettirdi
Orucu Bazen Bozmak Gerek
Onların Ameli Yok

En Çok Okunan 15 Hikaye
The Adventure of the Three Garridebs
Bir Bebeğin Yarım Kalmış Günlüğünden
Dracula - Story
İşte Aşk
Hz. Yunus Ve Balık
Uyuyan Güzel
Half-Brothers by Elizabeth Gaskell
Sevgi Üç Türlüdür
Uyku Masalı
Dostluğun Öyküsü
Hansel Ve Gretel
Haddini Aşmanın Zararı
Ona "Sevdiğinizi" Söyleyin
Evlilik
Çirkin Ördek


Reklam ver

Mail List
Sitemizin yeniliklerinden ilk sizin haberiniz olsun.
İsim:
Mail:
 


Editör Giriş

Google
Sitemiz hakkındaki görüşlerinizi ZİYARETÇİ DEFTERİNE yazarsanız seviniriz.


Ziyaretçilerimiz ve Hikaye Dostlarının Dikkatine:

www.hikayearsivi.net olarak 2002 yılından itibaren yayın faaliyetimizi sürdürmekteyiz. İnternet üzerinde yayın yapan birçok sitenin içeriğinde, sitemiz içeriği kullanılmaktadır. İlk defa birçok kategori altında hikaye-öykü ve masalları paylaşmaya başlayan sitemiz, bu konuda da diğer sitelere örnek olmuştur. Sitemizin ve içeriğinin genişlemesine ve sitemizin tanıtımına siz değerli ziyaretçilerimizin katkısı çok önemlidir. Sitemiz içeriğini paylaşırken, mutlaka kaynak olarak www.hikayearsivi.net den alıntılandığını belirterek içeriğimizi kullanabilirsiniz. Unutmayın ki kaynak belirtmeden, içeriğimizi alan onlarca site ve ziyaretçi, çalışmalarımızdaki emeğe karşı bizi şevksiz bırakmaktadırlar. Lütfen sitemizin tanıtımına sizde katkı sağlayın. (A.Kerim MELLEŞ & Mehmet Zahid MELLEŞ)

Şairin Kaybedişi
[Hüzün Zamanı Hikayeleri]





    Felluce’de ABD ve israil askerlerinin katliamı devam ediyordu. Halkın kentten kaçmasına bile izin verilmiyordu.


    Büyük bir sessizliğin yaşandığı Felluce’ye girerken, ABD askerlerinden er Henry endişe içindeydi. Daha kısa zaman önce öldürecekleri insanların yüzlerini görmeleri gerekmiyordu. Uçak ve helikopterlerden bombalar ve bilgisayar oyunu oynar gibi üstün uzun namlulu silahlarla öldürdükleri insanlara fazla aldırmıyorlardı. Oysa geçen hafta El Şuheda kentine bombardımandan bir süre sonra yaya girmişlerdi. Kendilerine El Şuheda’ya girmeleri ve hareket eden tüm canlıları acımadan öldürmeleri emredilmişti. Ölüleri de kanıt bırakmamak için ceset torbalarına koyup Fırat nehrine atmaları söylenmişti.


    “Kanıt bırakmamak” cümlesinin manasını bir süre sonra anlamışlardı; şişmiş, sararmış ama kokmayan cesetler kimyasal silah kullanıldığını gösteriyordu. Er Henry’nin şair yüreği bu manzaradan sonra isyan etmiş ama dili susmuştu. Askerliği uzamasın diye susmuştu. Ertesi gün Colan ve El Cübeyl kentlerinde de aynı katliamların yapıldığını, çoğunluğu kadın ve çocuk, binlerce insanın biyolojik silahlarla öldürüldüğünü öğrenince,


    “- Acaba yanlış tarafta mıyım !. . ” diye söylenerek, bir köşede oturup ağlamıştı. Şairdi özellikle çocuk cesetlerini görüp te zalimlerle aynı safta olmak ne kadar zordu. Bir an önce, bu kirli savaşın bitmesi ve evine dönmek için dua etmişti.


    Şimdi de Felluce’ye giriyorlardı ve aynı manzarayla burada da karşılaşmaktan korkuyordu. İlk cesetlerle karşılaştığında bir şok yaşadı. Oysa herşeye alıştığını düşünüyor “-Artık şair yüreğim bile taşlaştı”, diyordu. Fakat kadınların, çocukların bazıları yanmış, bazıları erimiş cesetlerinin, buldozerlerle çukurlara atılması insanlığından utandırmıştı.


    Burada ceset torbası kullanmıyorlardı; o kadar torba için vakit ve para ayırmak istememişlerdi anlaşılan. Büyük bir çukur açıp cesetleri iteklemek daha ucuza gelmişti, madem ki “insanlık”  artık bir kriter değil.


    Henry’nin akan gözyaşlarını kimse görmedi. Felluce’de ilerlediler. Şehrin merkezinden uzaklaştıkça, cesetler ve cesetleri yiyen köpek manzaraları azalmıştı. Fakat bu kez yaşayanların olma ihtimali artmıştı.


    Henry bir kaç kez arkadaşlarının bazı evlere girdiğini rastgele ateş ettiğini, bazılarına ise sadece pencereden içeri bomba attıklarını gördü. Karşılık gelmemişti. Olaylar tekrarlandıkça bazı evlerden kısa süreli çığlıklar gelip kesilmeye başladı. Arkadaşları “teroristler geberdi” diyordu, fakat çığlıkların çoğu kadın ve çocuk sesiydi. Bu psikolojiyle arkadaşlarının kendisine de ateş edeceklerinden korkuyor susuyordu. Kendisini iki ateş arasında hissediyordu. Masumlara ateş eden arkadaşları da, herhangi bir evden fırlayıp ABD asker elbisesi yüzünden kendisine de ateş edebilecek halk da şu an tehlikeydi. Eli silahının tetiğine sıkıca sarıldı.  “-Dikkat !. . ateş edin !. . “ bağrışmalarıyla hızla döndü, silahının tetiğine nasıl bastığını bile anlamadı, “-Medet !. . , medet !. . “   diye bağırarak koşan çocuğun yere düşüşünü, bir film seyreder gibi gördü.  Olduğu yerde öylece kaldı. Diğer askerlerden biri fazla yaklaşmadan çocuğa bir kaç kez daha ateş etti.


    Henry artık rüyada gibiydi. Olayları dışardan seyrediyor gibiydi. Bir nehirin akışına kapılmış gidiyordu. Ölen çocukla ilgili ne konuştu, ne soru sordu. , sadece silah elinde yürüdü.


    Yazdığı bir şiir sürekli kafasında kendisine sesleniyordu.


    “Bir çocuk öldürülürse, 
        yüreğinde yer aç huzursuzluklara. 
    Yaşabilir bir köşe aç , 
        bir park ve salıncak olsun. 
    Gülüşlere hazırlansın için
        buruk gülüşlere
    Dudağının ucunda kan, sana bakan
        kimsesiz çocuklara
        hiç bir şey olmamış gibi 
        gülümse


    Dünya’da yer kalmamış demektir
    İnsan gibi insanlara
    Ha bir çocuk ölmüş, ha dünya
    Artık bakmasan da olur yarınlara”


    Henry başka dünyalardayken, aniden , kucağında çocuğuyla bir adam fırlayıp kaçmaya başladı. Fakat ilk ateşte ayağından vuruldu. Çocuğunu bırakmadan yerde kıvranan adamın silahsız olduğunu anladıklarında yaklaştılar, Henry’de adamın yanına varmıştı. Bir İsrail askeri silahını adamın kafasına dayadı, parmağını tetiğe götürürdü. Olayın dışındaymış gibi seyreden Henry, birden askerin niyetini anladı atıldı ve askeri yana itekledi. Kurşun toprağa gitmişti. Diğer askerler çevrelerini sardı. Diğer İsrail askerleri silahlarını Henry’ye çevirmişti. Henry’nin komutanı yüzbaşı Bill geldi;


    - Noluyor, Iraklı bir terörist için mi tartışıyorsunuz. Öldürün gitsin.


    Henry iyice adamın önüne siper oldu; O yaralı biri, üstelik silahsız. Öldüremezsiniz !. .


    Arkadaşları güldü; “-Binlerce cesetten sonra, hala vicdanın mı sızlıyor”


    Komutan işin uzamasını istemedi;


    - Tamam esir olarak tutun. henry, onun sorumluluğu sana ait. Silah görünmüyor ama üstünü mutlaka ara.


    İsrailli askerlerden biri öne çıktı;


    - Çocuğu biz alırız.


    - Çocuğu mu , Niçin ?


    Henry’nin saflığına komutanı güldü;


    - Organları için. . .


    Henry silahını daha da sıktı, öfkeyle söylendi;


    - Hemen defolsunlar !. .


    Komutan İsrailli askere döndü;


    - Uzatmayın, görüyorsunuz sinirleri bozulmuş. . . . Üstelik daha bir çok müslüman çocuk bulabilirsiniz.


    İsrailliler homurdanarak uzaklaştı. ABD’li askerler, esirin üstünü aradıktan sonra ellerini arkadan bağlayıp, başına çuval geçirdiler.


    Henry yaralı Irak’lıyı ve çocuğunu bir kamyonetin arkasına bindirdi, kendisi de yanlarına geçti. Dilini anlamasa da, sesinin tonundan rahatlayacağını düşünerek elini hafifçe omzuna vurarak konuştu;


    - Yaran ağır değilmiş. Kan durdu bile. Şu başındaki çuvalı da çıkarayım istersen.


    Yaralı Iraklı , kurşun gibi gözlerini, Henry’nin gözlerine dikmişti. Hiç minnet duygusu yoktu bakışlarında.


    Henry, korku dolu gözleri, yorgunluktan kapanmaya başlayan çocuğun başını okşadıktan sonra sırtını kamyonetin kenarına yasladı. Gözlerini gökyüzündeki yıldızlara dikti.


    - Cesetlerin, kankokusunun ortasında, yıldızlara bakmak hiç de romantik olmuyormuş.


    Ve. . . bir şiir mırıldanmaya başladı;


    “ Sen !. . 
    Duydun mu karanlığın esintisini
    Dinle ! Gecenin içinden birşeyler geçiyor. 
        ay kırmızıdır şimdi
        Ve darmadağınık. ”


    Yaralı Iraklı, Henry’nin şaşkın bakışlarına aldırmadan, epey düzgün bir İngilizce ile şiire devam etti; 
     
    “ Bulutlar bizi gözlüyor , yaslılar gibi
    Şu tepemdeki dam çökerse 
    Sanki yağmalayacaklar herşeyi“
   


    Henry sanattan anlayan bir dostunu görmüş gibi sevinçli devam etti; 


    “ Bir an, yalnızca bir an sürecek
    Sonra. . . sonra. . . hiç
    Hiç. . . “
 
    Bir an sessizlikten sonra Henry;


    - Şairini bilmiyordum, Iraklı bir şairin mi ?


    Hayır, İranlı Furuğ’un “Al götür bizi rüzgar” şiiri.


    - Demek İngilizce biliyorsun. Nerden öğrendin?


    - İngiltere’de okudum. Doktorum.


    - Oooo. . . hem de doktor. Komutana söyleyim, senin için belki birşeyler yapar.


    Esirin kaşları çatıldı;


    - Ben katillerden bir şey istemem. Hiç bir şey söylemeyin.


    Henry itiraz edecek gibi oldu, sonra suçlu suçlu sustu. Yine bir sessizlikten sonra;


    - Ya eşin ?
 
    - O da doktordu. Dün hastanede nöbetçiyken hastane bombalandı. Cesedini aramaya bile gidemedim.


    Teselli etmek istedi;


    - Savaşta oluyor böyle şeyler.


    - Hangi savaş, bu bir katliam.


    Sustular. Esir çocuğuna sıkıca sarıldı. Henry;


    - Kaç yaşında ?


    - 2 yaşında. Annesinin öldüğünü bilmiyor yavrum.


    Henry yeni aklına gelmiş gibi endişeyle ;


    - İsraillilerin konuştuklarını da anlamışsındır. . .


    - Onlar yıllardır Filistinli çocukları, gençleri de organları için kaçırıyor. Çocuğumu onlara vermektense öldürmeyi seçerim.


    Kamyonet askeri kampa girdi. Henry;


    - Ben haberleşme kısmında görevliyim. Ben sorumlu olduğum için, başka bir emir gelene kadar benim yanımda kalacaksın. Gidelim, çocuğuna da yiyecek birşeyler bulayım. 


*****


    Haberleşme odasındaydılar. Henry çocuğa biraz yiyecek ve süt getirmişti. Esirin elinin çözülmesine izin verilmemişti. Henry esirin ismini öğrenmek istedi;


    - Benim ismim Henry, ya senin ?


    - Ali.


    - Şiiri seviyorsun galiba. Biliyor musun, ben şairim.


    - Ben de. . .


    - Ciddi misin. Buna sevindim. Şiir okumamı ister misin?


    - Biz en acı şiirleri okumuyoruz, yaşıyoruz artık. Öyle ki, , hani derler ya “Kelimeler yetmiyor, kelimeler tükendi”, işte bizim çektiklerimizi, acılarımızı tarife de kelimeler yetmiyor. Ne yazsam, ne okusam, ne dinlesem yaşadıklarımızı tarif edemez artık.


    - Çok şey kaybettiniz ama güzel günler gelecektir.


    - Evet, biz savaşı kaybettik, siz ise onurunuzu, insanlığınızı kaybettiniz.


    Henry, bakışlarını kaçırdı. Haberleşmede görevli askerlerden biri nöbetçilere seslendi;


    - Albay Smith’e haber verin, eşi arıyor.


    Bir asker koşarak çıktı. Az sonra komutan Smith odaya girdi, uydu telefonunu aldı.


    - Aloo. . . merhaba Mary. . . teşekkür ederim, sen nasılsın ? Oğlum nasıl? Uyuyor mu ?. Tamam uyanınca onu çok sevdiğimi söyle, ona en güzel oyuncakları alacağım.  Bizi merak etmeyin, burdaki ilkel yaratıklara medeniyet getiriyoruz işte. Bak hele, burda o yaratıklardan bir tamne esir de varmış. Sesini duymak ister misin? Gerçi ne dediğini anlaman imkansız ama bir dinle de bak biz burda nelerle uğraşıyoruz.


    Albay, telefonu esir Ali’ye tuttu. Ses çıkarması için bir de tekme attı.


    - Konuş ta homurtunu Mary duysun !. .


    Ali, tekmeyi yiyince kendisine uzatılan telefona hızlıca konuştu;


    - Burda bize katliam yapıyorlar. Kadınlara, çocuklara işkence yapıyorlar. Oğlunuzun yüzüne bakın, o bir katilin oğlu !. . .


    Albay şaşkınlıktan uzun süre tuttuğu telefonu birden çekti. Ali bir askerin tekmesiyle sırtüstü yıkılırken. Albay, elini ahizeyi kapatarak bağırdı;


    - Niye bu pisliğin İngilizce bildiğini söylemediniz.


    Sonra telefona;


    - Hah. . hah. . . bizim çocuklardan biri şaka yaptı. Hayır, hayatım. . hayır bu saçmalıklara inanma. . . kimyasal silah kullanıldığını mı okudun. . . yok öyle birşey. . . Hadi kapatıyorum by. . .


    Albay telefonu kapatıp esirin yanına geldi. Henry, Ali’yi savunmak istedi, albay eliyle susturdu ve Ali’nin kucağındaki çocuğa baktıktan sonra;


    - Demek senin de oğlun var. Onu bizim büyütmemizi ister misin ?


    - Albayın öfkesinin yatıştığını zanneden Henry bir an sevindi ama Ali’nin cevabıyla yine korktu;


    - Zalim olarak yaşamasındansa, mazlum olarak ölmesi iyidir.


    Daha sözü yeni bitmişti ki, albay hızla tabancasını çekti çocuğa ateş eti. Henry ve Ali’nin çığlıkları biribirine karıştı. Fakat Ali’nin çığlığı uzun sürmedi, albay tek kurşunla onu susturdu.


    Albay’ın önüne geçmek için atılan ama yetişemeyen Henry acı içinde inleyerek cesetlerin yanına çöktü. Albay ona bakarak;


    - Şimdiye kadar alışmalıydın. Yarın bunlardan yüzlerce daha öldüreceğiz, öbürgün belki binlerce. İsrailli eğitmenlerin söylediğini unutma; “Bunlara silahınızı doğrultun ve insan olduklarını aklınızdan geçirmeyin. Sadece ateş edin, yoksa onlar sizi öldürür. ”


    Henry zorlukla konuştu;


    - Saçmalık. İki masumu öldürdünüz.


    Biz askeriz. Görevimiz de öldürmek. Öldüreceğiz, ve dönünce unutacağız.


    Henry, çocuğun kanlı saçlarını okşadı.


    - Unutabilecek miyiz? Çocukları sevebilecek miyiz? Saçlarını okşayabilecek miyiz?
 
    Unutmak lazım azizim, unutmak
        yaşamak için unutmak
        elimizdeki kanları yıkamak
        ve çiçek sulamak. . . . 
 
    Yeni doğan gün bizim
    Sustu tüm çığlıklar
    Masumlar öldü, zalimler yaşayacak
    Unutmak lazım azizim, unutmak


    Henry, şaşkın bakışlara aldırmadan silahını çekti;


    - Anladım ki, artık unutmak da mümkün değil, yaşamak da. . . .


    Bir silah sesi çınladı, Henry’nin eli çocuğun saçlarından yavaşça yere kaydı. . .



Kaynak: Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.


Önemli Not: Lütfen hikayeyi kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.

11 Temmuz 2007 - 10:57:51 - 6131 günlük
Ekleyen editör: HikayeArsivi

Okuyan:[2046]Yorumlayan:[0]Kategori: [Hüzün Zamanı Hikayeleri]
[Arkadaşına Gönder][
Yazdır]



Bu hikaye yazı-yorum için henüz yorum yapılmamış veya yorum onaylanmamış.
 

Yorumlarınızı Yapın:
 



Reklam ver

 
 

.: Günün Ayeti :.

.: Günün Hadis-i Şerif-i :.

.: Günün Sözü :.

     


 
Google

Sitemizden alınan tüm hikaye-öykü-masal ve materyaller için link verilmesi zorunludur.
Site içeriğini kullanmak için site yönetimiyle [kutulkulub@gmail.com] irtibata geçerek istifade edebilirsiniz.

 
 Hikaye Arşivi  
Kerim Melleş-KuTuL KuLuB © 2002-2021  ©  Hikaye Öykü Masal Arşivi
Sayfamızı en iyi 1024*768 çözünürlükte görüntüleyebilirsiniz...

  KuTuL KuLuB-A.Kerim Melleş