Zamanın büyük velileri Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin sohbetinde onun nasihatlarinı dinliyorlardı. Birden Fahr-i Kainat Efendimiz ruhaniyeti ile tecelli ederek:
— Söyle ya Abdulkadir, senin ayağın bütün velilerin omuzlarındadır, buyurdu. Hazreti Abdülkadir Geylanî bunu orada bulunanlara nakletti. Sohbette bulunanların tamamı itiraz etmeyip:
— Alâ rekebeti ve alâ re'sina; yani senin ayakların bizim omuzlarımız ve başımız üstündedir diyerek, teslimiyetlerini bildirdiler. Hatta o anda huzurda bulunmayan birçok veliye bile manen haber verilmiş onlar dahi «alerra'si vel ayn» diyerek Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin büyüklüğünü kabullendiler. Bunlardan Ümmü Ubeyde kasabasında bulunan Rufai piri Seyyid Ahmed Rufai Hazretleri başını toprağa sürerek, yanındakilere:
— Abdülkadir şu saatte gavsiyyetinî ilân etti, siz de onun büyüklüğünü kabul edin! Dedi. Ve orada bulunan bütün evliya-ı kiram hazaratı boyun eğerek «Abdülkadir'in ayakları bizim omuzumuz üzerindedir. Fakat Bağdat yakınlarında bulunan meşhur Şeyh San'a:
— Ben de onun gibi büyüğüm, diyerek boyun eğmeyeceğini söyledi. O anda Hazreti Şeyh Abdülkadir'in ruhaniyeti tecelli edip:
— Madem ki, bana boyun eğmiyorsun, senin omuzunun üzerinde domuzun ayakları olsun ve kafir kızına boyun eğesin, dedi.
Aradan çok geçmedi, Şeyh Sana Rum beldesine doğru yola çıktı. Bizans sınırları içine girdiğinde orada bir kafir kızına, âşık olup evlenme teklifinde bulundu. Rum kızı:
— Seninle evlenirim, yalınız benim dinime girip babamın çiftliğinde en az bir sene domuzlarına bakacaksın, dedi.
Şeyh San'a kıza kavuşmak için buna razı olarak Rum'un çiftliğinde domuzları gütmeye başladı. Öyle zaman oldu ki, Şeyh Abdülkadir'in dediği oluyor ve dininden dönen Şeyh, yeni yavrulayan domuzların yavrularını omuzlarında taşıyordu. Etrafındaki bütün müritleri daha onu ilk dininden döndüğünde bırakmışlar, melül mahzun geri dönmüşlerdi.
Şeyh San'a'nın müridleri her yerde şeyhlerinin başından geçen hadiseyi naklediyorlar ve Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin büyüklüğünü kabul etmediği için başına bu halin geldiğini gayet iyi biliyorlardı.
Şeyh San'a'nın Mekke'de bir dostu vardı. Bu, veli bir kimse idi. Şeyh Sana'nın başından geçen hadiseyi duymuş ve son derece üzülmüştü. Kendisini ziyarete gelen Şeyh Sana'nın müridlerine:
— Siz şeyhinizin başına gelen hadiseden dolayı neden onun etrafını hemen ter'kettiniz? Gidip Abdülkadir Geylanî Hazretleriyle görüş-seniz de şeyhinizin affı için yalvarsanız olmaz mı? Gidin hemen durumunuzu Abdülkadir'e anlatıp şeyhinizin bağışlanması için niyaz edin, dedi.
Onlar da gidip Gavsul A'zam'dan şeyhlerinin bağışlanmasını dilediler, ayaklarına kapanarak göz yaşları döktüler. Şeyh Abdülkadir:
— Allah şeyhinizi sizin yalvarmanız üzerine affetti. Gidin şeyhinizin domuz güttüğü yere yakın bir mahalle varın ve Allah'ı zikretmeye başlayın. O sizin yanınıza gelecek, buyurdu.
Şeyh Sana'nın müridleri Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin dediği gibi gittiler, Şeyhin hizmet ettiği Rumun çiftliğini bulup yakın bir yerden «Lailahe illallah» diyerek zikretmeye başladılar. Bu zikri duyan Şeyh Sana'nın hemen aklı başına gelip ne hallere düştüğünün farkına vardı ve koşarak müritlerinin yanında kelime-i şehadet getirerek tevbe istiğfar etti. Yaptığından ve söylediği sözlerden de pişmanlık duyarak:
— Abdülkadir'in ayakları benim omuzum üzeredir, dedi. Rum kızı, Sana'nın gittiğini görünce aklı başından giderek o da peşine düştü. «Madem ki, bu zamana kadar sen bana hizmet ettin şimdi ise ben senin dinine gireceğim» diyerek onunla evlenmeyi kabul etti ve Kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu.
|