Ab-ı Hayat Köyü -1 -
Mayıs ayının son günüydü.Beni Azerbeycan’ a götürecek olan Rus Gemisine bindiğimde, içimde korkuyla karışık bir heyecan vardı.Kamarama geçip bavullarımı yerleştirdim. Babamın, Azerbeycan’ da kurmuş olduğu makarna fabrikasının işlerini takip için gidiyordum.Ünüversiteyi yeni bitirmiştim.Babama göre okulda teorik olarak öğrendiğim işletme tahsilimi, pratiğe dönüştürme zamanı gelmişti. Henüz yirmiüç yaşındaydım.Yaşımın küçüklüğüne rağmen, düşüncelerim olgun sayılırdı.Bu yüzden, babam bana oldukça fazla güvenirdi.O’ nun bir dediğini iki etmez, bir şey söyledi mi anında yerine getirmeye çalışırdım. Akşam yemeğimi yemek için, geminin güvertesindeki açık restorant kısmına geçtim.Gemi, sessiz sessiz yol alıyordu.Deniz, kadifeden çarşaf gibiydi.Mavi, cam yeşili yollar yaparak uzanıyordu.Üzerinde pırıl pırıl ışıkların gümüşsü yansımaları oynaşıyordu.İstanbul boğazının çürüksü kokusunu çoktan geride bırakmıştık.Üzerimde taze ve hafif bir rüzgar esiyordu. Yemeğimi yerken etrafımda, Bağımsız Devletler Topluluğu’ na ait ağarmış saçlı, renkli gözlü, pembemsi narin yanaklı, mercan dudaklı, genç ve yaşlı kadınların bazıları oturmuş yemek yiyor, bazıları da ayakta denizi seyrediyorlardı.Bunların çoğu İstanbul’ a bavul ticareti yapmak için gelmiş, satın aldıkları malları ülkelerine götürüyorlardı. Yan masada oturan genç kızın varlığını, biraz geç farkettim.Aşırı yapmış olduğu makyajı, rüküş bulduğum giyim tarzıyla çok komik görünüyordu.Oysa çekici bir güzelliği vardı.Biçimli uzun vücudu, sütun gibi bacakları,sarı saçları ve yeşil gözleriyle, insanı sanki büyülüyordu.O’ nunla hemen hemen aynı yaşlarda gibiydik.Genç kızın bana bakıp gülerek göz kırpmasıyla kendime geldim! ...Yolculuk anlaşılan zevkli geçeceğe benziyordu.Kızdan aldığım cesaretle yanına yaklaştım: - Affedersiniz, sizinle bir kaç kadeh içki içip sohbet edebilir miyiz? Anlaşılan siz de benim gibi, yalnız yolculuk yapıyor sunuz? Kız bozuk türkçesiyle - Tabi buyrun oturun... - Benim adım Kemal.Azerbeycan’ a gidiyorum.Sizin yolculuk nereye? - Benim adım da İrina.Rusya’ lıyım ben de Azerbeycan’ a gidiyorum.İstanbul’ a sık sık gelir, bavul ticareti yaparım. - Gerçekten de Türkçeyi konuşabiliyorsunuz.Sahi, ne içmek istersiniz? - Buzlu votka rica edeyim! .. - Anlaşılan bavul ticaretinden iyi para kazanıyorsunuz? - Hayır, daha çok güzelliğimle kazanıyorum.Sizin Türk erkekleri hayatında hiç kadın görmemiş gibiler.Kaldığım otelden şöööyle bir dolaşmaya çıkıyorum, en az on erkek kuyruğunu sallaya sallaya peşimde.Günde üç-dört erkeği idare ettiğim oluyor! ... - Maşallah, çok açık sözlüsünüz... - İsterseniz gel Cafe disco kısmına geçelim...Canım dans etmek istiyor... - Peki Saatlece dans ettik.Vakit gece yarısını çoktan geçmişti.Onunla geçireceğim aşk dolu saatleri düşündükçe, heyecanım kat be kat artıyordu. - İrina, yorulduysan gel benim kamarama geçelim? Kabul etti; - Sen soyun! ..Ben bir şişe daha votka alıp geleceğim.Bu gece sabahlara kadar içip, eğlenmek istiyorum... Birazdan elinde bir şişe votkayla geldi.İçkiyi yuvarlamaya başladım.Birden başımın döndüğünü, gözlerimin karardığını hissettim.Votkaya karıştırılan uyku ilacının etkisiyle, tuzağa düşürülmüştüm.Bunu, buz gibi Karadeniz’ in sularına atıldığımda anladım.Hayret, suya batmıyordum! ...Uyuyorken elbiselerimi giydirip, şişme lastiğe sarıp, denize atmışlardı. İrina’ nın beni tek başına suya atması imkansızdı.Demek bunlar bir hırsız çetesiydi.Benim gibi kimbilir daha kaç kişinin canını yakmışlardı? - Bu Karadeniz’ de amma tuzluymuş ha...Hamsi balıkları çok terliyor anlaşılan! ...diyerek kendimle dalga geçiyordum. Gemi hızla yol alıyordu.Tüm bağırıp çağırmalarımı duyan olmadı.Baktım olacağı yok, uzakta görünen sahile doğru yüzmeye başladım.Saatlerce yüzdüm.Sahile vardığımda, yorgun ve bitkin bir haldeydim. Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Şimdi korkum daha da artıyordu.Pasaportum, bavullarım ve paralarım çalınmıştı.Acaba bu kıyılar hangi ülkeye aitdi? Belki yakalayıp hapsi atacaklardı...Ceplerimi karıştırdım, nüfus cüzdanım duruyordu.Birde yazılı not bırakmışlardı...- Bize derler Nataşa böyle tarak kel başa, saçınızı yolarız geldinizmi traşa! ...Saatime baktım kolumda duruyordu fakat içine su kaçmıştı.Oysa onu aldığımda watterresissant (su geçirmez) yazıyordu! ... Şöyle sahile bir göz attım, etrafı dik taraçalardan oluşuyor, iki yanı geçit vermiyordu.Kıyıda ufak bir tekne vardı.Yanına yaklaştım, tekne delikti.Kıyıda siyah bir tahta tabela üzerinde 333 rakamı yazıyordu.Aklıma süper starımız Ajda PEKKAN’ ın, dudak silikonlarının daha iyi görünmesi için, fotoğrafçı Erol Atar’ a verdiği pozlar geldi.Üç yüz otuz üç...üç yüz otuz üç...Bu rakamın uğursuz olduğunu söylerlerdi.Acaba bana da uğursuzluk mu getirecek diye düşündüm.
Kafamı kaldırdığımda, arkamdaki tepenin üzerinde bir köy olduğunu gördüm.Aç ve susuzdum. Tüm doğa muhalefetine karşı 333 rakımlı sandığım tepeye doğru tırmanıp, gördüğüm insanlardan yardım isteyecektim.
Arkası yarın: Ab-ı Hayat Köyü -2-
Yazan: Sedat Erdoğdu
Hazırlayan:www.hikayearsivi.net | A.Kerim Melleş |