Çocukluğuma dair hatırladığım ilk anılarım doğduğum ve iki yaşımda ayrıldığım köyüm Tepeköy’e ait. Dört yaşlarındayım, Türkan teyzem onyedi yaşında kanı kaynayan genç bir kız. Öyle cıvıl cıvıl ki ben ona yetişemiyorum. Köyde; delikanlılar akşam olduğunda bağdan gelirler, temiz pak giyinip köy sokaklarında tur atarlar. Genelde hoşlandıkları kızların sokaklarında dolaşırlar. Ama bizim sokakta o kadar çok dolaşan olurdu ki ben tülün kenarından bakar, geçenleri teyzeme söylerdim. O da beğendiklerine gözükür, beğenmediklerine gözükmezdi. Bu akşam üstleri benim için oyun gibiydi. Anneannem; teyzemin işleri yapmayıp, oynaştığını görünce bir güzel azarlardı. Ben oyunum bozuldu diye anneanneme kızardım. Bazen radyoda hareketli Trakya havaları çaldığında teyzem başındaki şamiyi (yazma) çıkarıp beline takar, bulduğu bir bez parçasını da benim belime dolardı. Müzik eşliğinde, ellerini birleştirip şakşak sesler çıkarır; bir taraftan da göbek atardı. Ben de onu taklit eder, elimle ses çıkaramıyorum diye de kızardım. Beni,“okula gitmeyen çocukların parmaklarından ses çıkmaz” diyerek kandırırdı. Bu eğlencelerim teyzem kocaya kaçana kadar devam etti. Teyzem kaçıp gitti diye küsmüştüm. Anneannem akıllı kadın ; teyzemin kaçtığını fark edince hemen oğlan evine gitmiş ,bir hafta içinde düğün, dernek ve resmi nikah işini hallettirmişti.Önceleri anlamamıştım ama büyüdükçe teyzemin arkasında olduğunu hissettirmeye çalıştığını anlamıştım. Teyzem biraz şımarık ve tembel olduğu için kayın validesiyle kavga eder soluğu bizde alırdı. Üstelik ”artık dönmem “diye de ağlardı. Anneannem eline bir şey tutuşturur “ git kaçtığını anlamasınlar” deyip geri gönderirdi. Teyzemin, sık sık gelip şikayet etmesi artık anneannemi bezdirmiş olacak ki ” Bana bak ! Buraya haftada bir geleceksin, böyle her gün gelirsen senin bacaklarını kırarım ” diyerek gönderdi. Bu da teyzemin evinden son kaçışı olmuştu. Osman dedemi ve Ayşe Ninemi hatırlıyorum. Anneannemlerden iki ev ileride oturuyorlardı. Büyükbabam, “Osman dedemlere gidiyorum” dediğimde Bulgarca küfür eder sonrada “defol git” derdi. Neden gitmemi istemediğini büyüdüğümde öğrenmiştim. On iki yaşımda öz ninem ve dedem olmadıklarını öğrendim. Büyükbabam kan bağım olmayan insanları , öz dedem ve ninem gibi görüp sevmemi kıskanırmış . Osman dedemin ve Ayşe ninemin çocukları olmamış. Annemler evlendiklerinde, komşu olmuşlar. Ben ellerine doğmuşum. Anne ve babamı kendi çocukları gibi görüp, sevip kollamışlardı. Bende sevildiğimi görüp, canım bir şey istediğinde ya da köydeki çocuklarda bir şey görüp kıskandığımda soluğu Osman dedemin yanında alırdım. Osman dedem ne yapıp eder, istediğimi temin ederdi. Bazı geceler onların ortasında yatar, masallar dinler; bazen de onların sohbetlerini gizliden dinlemek için uyur numarası yapardım. Ayşe ninem kimse yokken dedeme “Osman’ım” derdi. Bir gün fark ettim ki bende eşime Murat’ım diyorum. Önceleri hiç aklıma gelmemişti. Bu hitap şekli ,o zamanlar bana o kadar sıcak gelmiş ki farkında olmadan hayatımın içine koymuştum. Yine onlarda kaldığım bir gün mis gibi tarhana kokusuna uyandım. Ninem ekmekleri kavurmuş; üstüne mis gibi tarhana dökmüş ve yağlı sos yapıyor. Beni görünce “hadi kızanım dedenin tıraşı bittiyse gelsin sıcak sıcak yiyelim ”diyerek dedemi çağırmaya gönderdi. Osman dedem, büyükbabamın tersine her gün tıraş olurdu. Onun traşlı yüzünü öpmeye bayılırdım. Mis gibide kokardı. Büyükbabam üç dört günde bir tıraş olur, öptüğünde sakalları battığı için kızardım.Dedemin tıraşlı yüzünü öpmeyi düşünerek yanına gittim.Dedem; sandalyesine oturmuş ,tıraşını bitirmiş; karşısındaki aynaya bakarak oturuyor. Önce seslendim; cevap vermeyince , kollarından çekiştirdim. Bir hareket olmayınca nineme gidip ”Nine dedem gözleri açık uyuyor. Çektim, çektim kalkmadı ”dediğimde; ninem “sen otur ben bakayım” diyerek içeri girdi. Çıktığında, ben yer sofrasına oturmuş onları bekliyordum. Birden beni kucaklayıp anneannemlere doğru koşmaya başladı. Ne olduğunu anlamamıştım. Beni daha sonra teyzeme götürdüler. Bir kaç gün teyzemde kaldım.Döndüğümde Osman dedem yoktu.Nerede olduğunu sorduğumda” iş için İstanbul’a gitti “dediler.Bir süre sonra , öldüğünü öğrendim.Günlerce ağlamış ,uzun süre onlarda kalmamıştım. Günler öyle hızlı geçiyor ki… Bir gün, teyzemin bebeğinin olduğu söylendi. İlk gördüğümde kıskanmamıştım. Zamanla, teyzemin bebeğe olan ilgisi beni teyzemden uzaklaştırmıştı. Ben gitmedikçe teyzem bebeği alıp bize gelirdi. Sonra zamanla alıştım. Anneannem benim yanımda bebeği hiç sevmezdi. Köyde en sevdiğim arkadaşım Çingene kızı Pembe’ydi. Çingeneliğin ne olduğunu, kim olduklarını bilmezdim. Onlar; benim için beni seven ve benimde sevdiğim insanlardı. Köyde kimse evlerine gitmezdi. Sadece anneannem ve ben giderdik. Anneannem onlara çok güveniyor ve seviyor olmalıydı ki hemen hemen her gün , elime bir poşet verir ”bunu neneye ver, geç olmadan gel” derdi.Ben koşarak, yaklaşık yüzelli metre uzaklıkta evleri olan, arkadaşıma giderdim.Evleri iki katlı, tahta ve yoldan yüksekteydi. Yoldan evin bahçesi görünmezdi. Yan yana iki koca tahta kapı vardı. Küçücük boyumla, o kapıları sonuna kadar açar sonra geri kapardım. Neden sonuna kadar açtığımı bende bilmiyorum. Küçücük bir şeydim ;kapı arasından kolayca geçebilirdim ama ben hep sonuna kadar açıp öyle girerdim.Ben kapılarla boğuşurken; kapının karşısında ,herkesin Pomak Hatice dediği ;Hatice teyze sürekli camda oturur, gelen geçenle muhabbet ederdi.Beni görünce de ”kız bücür genemi geldin Çingene arkadaşına?” dediğinde ;arkadaşımı küçümsediğini düşünür ”Evet Pomak Hatice gene geldim” diye cevap verirdim.”Koca bilmiş seni Hatice teyze demezde Pomak Hatice der,bi tutarsam senin dilini koparacam. “” Heee… çok koparırsın, anneanneme söylersem görürsün!” Bu muhabbet aşağı yukarı her gün aynı şekilde tekrarlanırdı. Ne köydeki çocuklar nede komşular anneannemin beni neden oraya sık gönderdiğini anlamazlardı. Pembe, nene ve dede dediği kişiler ; annesinin, anne ve babası; ergenlik çağında olan üç ağabeyi ile birlikte yaşıyordu. Babası yoktu. Diğer kardeşleri ve annesi Almanya’da yaşadıkları için ben onları hiç görmedim. Nene ve dedesi benimde nenem ve dedemdi. Ayşe nineme “nine” derken Pembeden duyduğum için bende nene diyordum. Pembeyi sevdikleri gibi beni de seviyorlardı. Evin çocuğu gibiydim. Koca kapının sesini ve Pomak Hatice ile muhabbetimi duyan Pembe hemen dışarı çıkardı. Pembe benim aksime esmer, zayıf ;uzun ve siyah dalgalı saçlı ,az hareket eden; kahkaha atmayıp sadece gülümseyen bir çocuktu. Gülümsediği zaman yanaklarının iki tarafında gamzeleri çıkardı. Çok sevimli göründüğünden yanaklarını sıkıştırıp severdim. Onunda hoşuna giderdi. Daha çok gülümserdi ama hiç kahkaha atmazdı. Ben sürekli kahkaha atar ve sesli sesli ve hızlı konuşurdum. İlk işim, o güzel saçlarındaki örgüyü açmak olurdu. Dayımın tabiriyle çepiş ( keçi) gibi saçlarım olduğundan onun saçlarını ellemeyi severdim. Anneannemin makaslarıyla; sık sık oynayıp, saçlarımı; sağından solundan keserdim. Anneannem şekil verirdi. Bu yüzden hiç uzun saçım olmadı. Çok kıskanç bir çocuk olmama rağmen Pembe’yi kıskanmazdım. Nenem; duvar dibine dokuma kilim yayar, kırık dökük oyuncakları oynamamız için verirdi. Bizde evcilik oynardık. Acıkınca, nenemden yemek isterdik. İştahla da yerdik. Sonradan öğrendim ki o yediklerimiz; anneannemin beni gönderirken, koltuk altıma sıkıştırdığı poşete koyduğu yiyeceklermiş. Bütün gün oynar, canımız sıkılınca nenemizden romanca şarkılar isterdik. O da eline bir tepsi alır def gibi çalar , bize şarkılar söylerdi.Biz Pembe ile teyzemden öğrendiğim gibi ,belimize bir şeyler bağlar oynardık.Nenemden öğrendiğim ” oooohhh göbecikler atalım” sözünü tekrarlayarak, gülerek oynardım.Pembe belindeki bezi sallar ellerini alkışlardı.”Oyna” dediğimde; olduğu yerde dönerdi. Bizi gören onu değil, beni çingene kızı zannederdi. Yine böyle oynadığımız bir gün eve döndüğümde anneannemle sohbet ediyoruz. Anneannem ”eeee göbecikleri attınız mı?” diye sordu. ” Attıkta pembe oynayamıyor ki ! ” “ sen öğretsene !” “ ben nasıl öğretilir bilmiyorum , teyzem öğretse olmaz mı? ” dedim. Anneannem bir kahkaha attı. ”Teyzen o tembellikle çocuktan başını kaşıyamıyor. Siz birkaç gün bizde oynayın, ben öğretmeye çalışayım, olur mu?” “ olur” demiştim ama anneannemi oynarken görmediğim için pek sevinememiştim. Pembe’nin neden oynayamadığınıda aklım almıyordu. Oysa küçücük kız; iki yaşlı insan ve ağabeyleriyle kalıyordu. Benim teyzem gibi oynak teyzesi yoktu ki oynamayı öğrensin. Bir süre Pembe ile bizim bahçede oynadık. Anneannem; nenem kadar güzel şarkı söylemese de bizi eğlendiriyordu. Üstelik Pembe’ye öyle güzel oynamayı öğretmişti ki artık benden güzel oynuyordu. O oynadıkça; teyzemin yaptığı gibi, ben onun saçlarını sağa sola çevirip “böyle yap tamam mı? “ diyordum. Haminnem (anneannemin annesi) hastalanınca uzun süreliğine İstanbul’a gittik.Ben annemlerde değil , anneannemde kalmaya devam ettim.Okula başladığımda, babam yanlarında okula gitmemi istedi.O zaman kışın annemlerde, yazın yine anneannemlerle; bazen İstanbul’da, bazen köyde kalmaya devam ediyordum.Haminnem vefat edince köye dönmemiştik. İstanbul’daki düzen devam etmişti. Birinci sınıfı bitirip ikinci sınıfa geçtiğim yaz; karnemi aldığımın ertesi günü, köyün yolunu tutmuştuk. Dayım kasabada bizi karşıladı. Araba olmadığı için atını ve eşeğini getirmişti. Genelde dayımla ya da anneannemle ata binerdim. Büyükbabam eşeğe binerdi. Attan korktuğunu söylemez, boyunun kısa olduğunu söylerdi. Bu kez anneannem ve dayım yürüyor; ben ata tek bindim, büyükbabam da eşeğe bindi. Dayım ve anneannem yürürken sesiz sessiz konuşuyorlar. Ben Pembe’yi göreceğim diye heyecanlıyım; “anneanne Pembe’ye getirdiğimiz boyaları unutmadık değil mi?“diye soruyorum. Anneannem hiç yüzüme bakmadan “yok unutmadık ”diyor. Eve giderken, atın üstünden pembelerin bahçesini görüyorum. Kapı kapalı olunca “herhalde bağdalar” diye düşünüyorum. Eve varıp , yemek yedikten sonra Pembe’ye gitmek istiyorum. Dayım “sen önce git çepişlere bak; yavruları var, sonra gidersin “ diyerek ,beni hayvanların oraya gönderiyor. Ben; onlara çaktırmadan Pembe’ye aldığım boyaları , kazağımın içine saklayıp evden çıkıyorum.Önce yavru keçilere bakıyorum ,etrafta kimsenin olmadığını görünce koşarak pembelere gidiyorum.Her zaman ki gibi Pomak Hatice camda ” Kızzz… sen ne zaman geldin? ” ben yine tahta kapıyı açmaya çalışırken ona cevap veriyorum. ”Biraz oldu.” ” Ne o , neneyi ziyarete mi geldin?” “hem nenemi hem de Pembe’yi “ diyorum. Birden “ aaaaa… bu bilmez vallaaaa… “ diye bir çığlık atıyor.O sırada gürültüyü duyan nenem kapıda göründü.Koşarak üstüne atladım. Bir yandan da eşikte yığılmış olan nenemin arkasından içeri bağırıyorum ” Pembeeee ” gelen giden yok.”Nene Pembe nerede?” diyorum. Hıçkırarak ağlamaya başlayan yaşlı kadının ağzından dökülen ” Pembe gitti " sözüne önce bir anlam veremiyorum. Sonra “annesinin yanına Almanya’ya gitmiştir” diye düşünüyorum. O sırada nenem “ sana söylemediler mi be kızanım? Pembe zatürreden öldü!....” . O an ne olduğunu algılayamadım. Ölümün soğukluğunu ve acısını ilk kez bu kadar derinden hissettim. Osman dedem gibi artık Pembe’yi de göremeyecektim. Arkama döndüğümde; dayım ve anneannem tahta kapıda durmuş yaşlı gözlerle bize bakıyorlar. Her istediğimi yapan; ne olursa olsun sahip olmamı sağlayan, anneanneme koşup; dizlerine sarılıp ”Anneanne ben Pembe’yi istiyorum” diyorum. Anneannemin yapamayacağı bir şeyi istediğimi düşünemiyorum.
Yazan: İNCİDAL
Hazırlayan: www.hikayearsivi.net | A.Kerim Melleş |